22 Mart 2011 Salı

Tembel Teneke

Bir başladık, pir başladık falan derken, araya bir Hong Kong dalgası, üstüne İstanbul, Frankfurt, Berlin, İstanbul, jet lag, Türkiye'de blogspot yasaklandı, haydi okula, blogspot açıldı, Japonya'daki felaketler, Çinliler vpn'i de engelledi...
Zaman zaten hızlı, ne Çin'deki enflasyonu, ne radyasyondan korunma amaçlı tuz talanını ne de bizim sokaktaki dükkanların son durumunu yazmaya elim varmadı.
Heralde uzun zamandır radyo programım için metin yazmaktan başka birşey yazmadığım için olsa gerek, alışkanlık ve de akışkanlık kazanmak, o çarka girmek kolay olmuyor. Üzerinden atıyor beni valla!

Üç haftalık yolculuktan döndükten sonra Şangay'da gördüğümüz en büyük değişiklik taksi ücretleri hariç, pekçok şeyin fiyatının artmış olmasıydı. Eşim en ciddi ifadesini takınıp, "enflasyon ciddi bir sorun olmaya başladı artık Çin'de" diyerek yorumda bulundu. Hükümet sansürlü İngilizce yayınlardan ekonomi haberi okuyasım yok, gerçi okusam da anlamıyorum. Dolayısıyla bu konuyla ilgili sizi fazla bilgilendiremeyeceğim. Ama özet şudur Çin'deki enflasyon ev kiralarından soğanın kilo fiyatına kadar herşeye yansımış durumda.

Daldan Dala Çin'den Sesler Programı'nın bu bölümünde ben yaptım oldu diyerek konuyu şuraya bağlıyorum; Şangay'da ithal yiyecek içecek satan marketlerin (carrefour ve metro gibi en büyük olanlar da dahil olmak üzere) garip bir mal sirkülasyonu var. Bazı ürünler bir kayboluyor, (örneğin Çin'de satılan iki Türk markasından birisi olan Tariş zeytinyağı, diğeri de Dimes) iki ay yok satıyor. Sonra üç ay var, bir ay yine yok. Konuyu uzmanı olduğunu söylediği için dış ticaretçi eşime soracak oluyorum, dış ticaret politikamıza ve yürütücülerine ettiği küfürler nedeniyle bin pişman şekilde kaderime razı oluyorum.

Dünyanın her yerinden gelen envayi çeşit yiyecek içecek markası içinde sadece iki Türk markası olması gerçekten hayal kırıklığı. Yunanistan Çin'e Türkiye'den daha uzak ama beyaz peynirden baklava!!!ya, dondurulmuş börekten, zeytine ve tahin'e kadar o kadar çok Yunan ürünü var ki raflarda.
Yunanistan rakibimiz tribiyle falan yazmıyorum bunu yanlış anlaşılmasın, tam aksine neredeyse ortak mutfak kültürünü paylaştığımız için yazıyorum. Onlar Çin pazarında kendilerine pay kapabiliyorlarsa biz neden kapamıyoruz diye üzüldüğüm için yazıyorum. Ama ben üzülmüşüm ne fayda?!

Geçen yıl 23 Nisan'daki çocuk şenliğinin tadı damağımızda kalmıştı. İki kişilik horon ekibinden, beş kişilik çocuk korosuna, sekizi kız, birisi erkek folklor ekibinden, kısırına, köftesine, balonundan palyaçosuna sıcacık ve güneşli bir Şangay gününün tadını çıkartmıştık çimenler üzerinde. Bu yıl da Şangay'daki Türk Hanımlar Elektronik Posta Grubu'ndan (adı nedense ladies shanghai) koro çalışmasıyla ilgili duyuru gelince, hemen atılıp "bizim cimcime pek şantözdür, biz de katılırız" demiştim. İlk çalışma geçtiğimiz Cumartesi günüydü. Ama bizim minik şantözü götürmek mümkün olmadı. Anlayacağınız bu sene de çimenlerin üzerinde olacağız 23 Nisan'da. Olsun, öyle iyi geliyor ki yüreğim kabara kabara, gözlerimde yaşlarla 10.yıl marşı söylemek Şangay'da bağıra çığıra.

18 Mart'ta Dur Yolcu şiirini facebook'ta not olarak ekledikten birkaç saat sonra, Çin yetkilileri tarafından, seddin etrafından dolaşmamızı sağlayan vpn hizmeti de engellendi. Üç gündür çalışıyorlardı duvarda başka bir delik açmak için. Neyse ki bugün itibariyle bir çözüm bulmuşlar, yine uçurdular bizi seddin üzerinden sağolsunlar. Ben de bu gazla, hapisten yazanların ruh halini de düşünerek her iki sayfaya da birer blog yazmaya karar verdim. Çin burası, ne zaman seddin içindeyiz ne zaman dışında belli olmuyor.

Sahi Çin'de de bizdeki "burası Türkiye abicim" geyiğinin aynısı var, biliyor musunuz? Ne zaman bir yabancı, herhangi bir konuda eleştiri yapsa, hemen yapıştırıyorlar "burası Çin". Zaten giderek alıştığımdan mıdır, yoksa yaşadıkça iki ülkenin geri kalmışlığı ve bağnazlığı arasındaki benzerlik netlik kazandığından mıdır, milletin gözü çekik olmasa yurtdışında yaşadığımı hissetmeyeceğim.

Japonya'daki felaketler zincirinde ölenlere rahmet, sağ kalanlara güç, Fukushima'da reaktörü tamir etmeye çalışan kahramanlara başarı ve ülkemin en güzel sahillerinde nükleer santral yapmayı planlayan kafalara da akıl ve izan diliyorum.
Bir ara ciddi biçimde telaşlandım rüzgarlara, haberlere, uçak rezevasyonlarına dadandım ama bugün itibariyle toparlanıyor gibi görünüyor soğutma çabaları. Umuyorum daha büyümeden bu felaket, artık yaralar sarılmaya başlanır. Doğanın gücü karşısındaki çaresizliğimiz ve kendi ellerimizle yarattığımız felaketler bu kadar göz önündeyken, hala savaşlar, zülum, yıkım, kirli oyunlar, yalanlar... ne yapılabilir hiç bilemiyorum.

Tembel Teneke'den bugünlük bu kadar olsun. Yarına allah kerim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder